26 Ağustos 2013 Pazartesi

Devrimcinin Akıllısı Mahpusta Yatmayanıdır

Bugün Ali İsmail’i düşündüm. 19 yaşında bir çocuk. Orda burada resimleri çıkıyor, üzerinde Red Hot Chilli Peppers tişörtü ile kaykay yaparken, arkasında bir antik kentin sütunları gülümsüyor, ama hep gülümsüyor gözleri pırıl pırıl. O gece Eskişehir’de direnişe giderken ölümü düşündü mü acaba? O sabah uyandığında gördüklerine insan gözüyle son kez baktığı aklına geldi mi? Hayatın aslında güzel olduğunu, yapacak çok şey olduğunu? Dünyayı iyi bir yer haline getirmenin mümkün olduğunu?

Direnişe hemen herkes kadar katıldım, sosyal medyayı direnişe destek veren hemen herkes kadar kullandım. Başından bu yana en çok aldığım uyarı bu işleri bırakmam üzerine. Devrim boşta gezenlerin işidir, bilimle sanatla uğraşanlar toplumları dönüştüren siyasi olayları belli bir mesafeden izlemelidir. Olaylar bitince de onun sosyolojisini, analizini yapar, olmadı şarkı yazar şiir yazar, kitap yazar yayınlar, söz uçar yazı kalır. Dikkat et! Dikkat et! Dikkat et!
Ali İsmail’e de annesi “dikkat et” dedi mi acaba?

Peki ya devrimcinin öleni?

Dün Deniz’in Mahir’in, İbrahim’in adını zikrettim diye bir arkadaşım hiç çekinmeden altına “Çok devrimci gördüm seni, ama dikkat et! Devrimcinin akıllısı mahpusta olmayanıdır.” yazdı. Yatmadan okuduğum son cümle ne yazık ki bu oldu. Gecem, kabuslarım “akıllı olmayanların” yüzleri, gözleri, elleriyle doldu. Erdal Eren’in son gülümseyen bakışı, Deniz Gezmiş’in üzerinde yeşil parkası dudağının kenarında alaycı gülümsemesi, İbrahim Kalpakkaya’nın ailesine kolları bacakları ayrı ayrı teslim edilmeden önceki kasketli gülümseyen fotoğrafı. Pek akıllı değillerdi anlaşılan, mahpusa düşmekle kalmayıp bir de öldükleri –pardon öldürttükleri! için kendilerini düpedüz ahmak olmalılar. Yoksa insan ölüme giderken neden gülümsesin?

Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkar karanlık aydınlığa?

Soru basit cevabı çetrefilli. Bir davaya gönül vermek, inanmak, bu yola baş koymak. Bunlar sanırım artık çok demode söylemler. Şimdilerde devrim masalları ile büyümüş dahi olsalar, akademik ortamda orta yaşlarını sürenlerin çoğu komik buluyor böyle şeyleri. Komik demeyelim de “gerçekçi” bulmuyorlar. Zaten Gezi ruhu da yalan oldu, o çocuklarda o ruh ne arar. Tanıyorlar onları üniversite amfilerinden, derslerinden. O çocuklar devrim yapamaz. Bunlar derin devletlerin, uluslarüstü sistemlerin işi. Hepimiz piyonuz. Oysa tarih okuyan ya da biraz ilgilenen birisi bilir ki yukarıdan baktığında tarih tekerrürden ibaretmiş gibi görünse de bazen biri çıkar, bir küçük olay tüm gidişatı düzeltiverir, insanlığın içinde umut yeşertir.

Devrimcinin akıllısını bilemem de yüreklisi, ne yaptığını bileni çok hesaplamaz kendine gelecek zararı. “Son bakıştaki o gözler” kadar, yaptıkları kalır aklımızda. Ölmezler! Zehirli dilleri ile sokaktaki yüzbinleri görmezden gelen yüreği umutsuzlukla dolmuş olanlar ancak “akıllı davransalardı keşke” derler. Sanki o çocuklar bilip te seçmiş gibi ölmeyi, sanki ölmek için çıkmış gibi yola. Kim ister mahpusa düşmeyi ya da kim ister ölmeyi? Mesele inandığını yapmakta, söylediğini yapabilmekte. Ölümse sonu kim görebilir ki o güzel yolun darağacına, celladın eline gittiğini. Siz akıllı olduğunuzu sanmaya devam edin, oysa akıldır fikirdir zaten bu dünyayı daha yaşanılır bir hale getirecek olan. Seçilen ölüm ya da mahpushane değil devrimdir, insanlıktır zaten...