15 Kasım 2012 Perşembe

I WAS JACK FAIRY THEN...





Sosyomat kapanmış. Bir zamanlar hararetle etiket peşinde koştuğumuz güzel bir siteydi. Ankara'da geçen güzel günlerimin hallmark larını barındırıyor hala. Neyse ki arşivi duruyor. Oraya yazdıklarımı buraya kopyalamaya karar verdim. N'olur nolmaz. Benim için eskiden yazdıklarıma geri dönmek hep önemli. Gidişatın ne olduğuna bakmayı seviyorum. Günlüklerim hep yanımda taşıdığım ıvır kıvır şeyleri yazdığım defterlerin içinde darmadağın. Bir yerde unutsam hapı yuttum. Neyse eski yazıları aşağıya kopyalıyorum.

KARILAR KOĞUŞUNDA CEHENNEM HAYATI
Kazıda 12 kadın ve bir erkekten oluşan bir grupla yaşamak artık işkenceye dönüştü. Kadın düşmanı olmam yakın. Herşey dolce vita başlamıştı oysa ama şimdi Lord of the flies'ı oynuyoruz. Offffff bitsin bu çile çile çile.....

*Datça :) Yine de her zaman herşeye rağmen güzeldi!

DATÇA'DA FEVZİ'NİN YERİ
Datça'da tüm kıyı balık lokantaları ile kaplı görünse de gerçekte adamakıllı balık yenilebilecek tek yer Fevzi'nin yeridir, bir de belki Fishmekan. Biraz daha pahalı ama en azından suratınıza kalamarın yanında tarator istediğinizde teretör! diyip mel mel bakan garsonlar yok. Fevzi biraz huysuz herif, ısmarladıklarınızı beğenmeyebilir, o öyle yenmez diye azarıda işitebilirsiniz ama olsun değer. Otlar melengeç ve kaya koruğu favorim. Orfoz yahni, fener ızgara, iskorpit ve sanırım sadece buralarda bulunan lopa. Kopanisti peyniri rezil kokmakla beraber mutlaka tadılmalı. Bir tek ahtapot bacağı diye verdiği küçücük tabaktaki takırtukur artık ahtapotun neresiyse! sevemedim.... Palamutbükü'nde de Tuna restoran fena kıvırmıyor bu deniz ürünleri işini.... O bük bu bük dolanıyorum pazarları hayırlısı. En favori bük Palamutbükü ve Hayıtbükü. Hayıtbükü'nde Ortam güzel. Bir keresinde bize karanfilli ekmek ikram etmişti tadı hala unutamıyorum :)

*Bu yemeği KoKo ile yemiştik. Küstah Fevzi...

DESSAU WEİMAR
Bauhaus evleri ve atölyesi gezildi tozuldu... Gropius... En güzel Klee ile Kandinsky'nin birleşik evleri... birine aşık olup o evlerde beraber ama bi o kadarda hür olmayı hayal ettim... bu arada nasyonal sosyalistlerin fonksiyonelliğe dayanan bu akıma nasıl karşı çıktıklarına aklım ermedi... bağırlarına basmalıydılar... ne yazıkki DDR'ın amerikan kısmı sahip çıkmış, zaten sonrası malum... amerika'nın el attığından hayırmı gelir...

*Almanya günleri... Andreas'ın memleketiydi Dessau... Ben Bauhaus görmek istediğim için götürmüşlerdi. Yine yasak/günah bir flört yaşıyordum. hahahhaha...

KAZMAK YA DA KAZMAMAK
kazmalımı yoksa durmalımı? para varmı, geldimi, kazmalımı? yoksa durmalımı? offffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff..... ne biçim bir yaz bu :( şimdi kaz kaz kaz, bir daha kazzzz....

*2008 yazı bakanlık para vermemiş. saçmalık! ne sürünmüştük o sene.

LIFE IS FULL OF CRASHING BORES
Bugünlerde yeni oyun... Sabahları Tunalı Kızılay arası yürürken kulaklıkla müzik dinleyenlerin yüzlerine bakıp eğleniyorum... Herkes ÇOK hüzünlü, ÇOK havalı, ÇOK düşünceli, ÇOK eğlenceli... Benim sabah şarkım genellikle Life is crashing boresss bu ara... And I am one of thoseee diye bakınıyorum galiba etrafıma.... I miss a specific period of my life nowadays.... And yes life is full of crashing bores indeed...

*Sen kendi suratına bak ibiş!

FED UP WITH THOSE BITCHES
offff bıktım kendini benle aynı sanan kadınlardan.... biz, biz,biz... öyleyiz, böyleyiz, şöyleyiz.... değilizzzz babiesss değilizzz.... yoksa tanıdığım bunca kadın nasıl birbirini bu kadar az sevebilirdi? Hepimiz biz olurduk demi? I am just lying to you, for only hearing your secrets, to see your real faces.... you bitchesss... fuck offf :))))

*Bu konuda hala aynı düşünüyorum. 

ISSIZ PRİMAT BONOBO
"Issız Adam" bence ininde yaşayan, henüz diğer canlılarla iletişim aşamasına geçememiş primat bonobo'nun macerasıdır. Güzel yemek yapmak, havalı evde yaşamak ve ağlak türkçe pop dinlemek gibi birtakım uygarlık "simgeleri" üzerine yapıştırılmış öyleceee durmaktadır. Seviştiği kadınları geçtim de o annesine davranışı tüm filmin içimi yakan ve gözlerimi nemlendiren tek kısmıydı. Anasına öyle davranan heriften ne hayır gelir yaw...Acıklı olan ise sürüler halinde kadınların primat bonoboların peşinde koştuğu ve henüz lisan denemeyecek gevelemelerini cankulağı ile dinleyip anlamaya çalışmalarıdır. Bu film olsa olsa bunu koymuştur ortaya... Heralde bu eleştirime en güzel cevabı filmdeki primat Alper verirdi "Sen de bi primatla uğraştın herhalde zamanında" diye... Uğraşmadım uğraşmamda, ama inandıramazsın. Zira kadın karakterin üzerinde bundan ileri gidememişler... Bonobolardan uzak duralım, huzurlu yaşayalım... ve evlatlarımızı bonobo olarak yetiştirmeyelim ahahahahaha....

* Bu filmde beraber gittiğim düdükler yüzünden sinemada en arkada oturmuştum. Hala nefret ediyorum filmden. Ve en önemlisi ben sinemada hep en önde otururum, sadece yalnızlar en önde oturur dense de (Bkz. Bertolucci/Dreamers) 

SABAH BASTIRAN CAN SIKINTISI
ayı ruhların sarfettiği birkaç söz bir sabahı can sıkıntısına boğabiliyor.... iletişim sınırlanmalı.... sabah insan sadece kendine uyanmalı....

*Hacettepe'ye konuşma yapmaya gittiğim günün sabahı. Daimi ayı bir sebepten asabımı bozmuş. Artık bozamaz :) Pencereden bu manzaraya bakarken yazmıştım hatırlıyorum.


SLEEPLESS IN OPTİ
Uykum var çok. Okul soğuk. Bina inşaat şantiyesi. Kahve makinamız gideli iki yıl oldu. Onu hala özlüyorum :)

*Hunhar ve hadsiz kişilerin elinde common room'a dönüşen güzel ve dağınık ofisimizde soğuk ve uykusuzlukla savaşırken yazmışım bu satırı. Kahve makinası uğruna savaşılacak kadar önemliydi bizim için. Ofisdaş soulmate'imin bugünkü kahve düşkünlüğüne bu makinanın sebep olduğunu düşünüyorum. Zira beraber otururken kahve içmezdi. Pirzola da yemezdi belki barbar kocası da pirzolaya ikna eder :)

PROTEGE MOİ!
hiç istenmeyen bir yolculuğa hazırlık.... sabah kulaklarımda çalan trust (the cure)..... evimden dışarı adım atmak istemiyorum.

*Mersin'den çağırmışlar belliki!

KURŞUN GEÇİRMEZ BENİM YALNIZLIĞIM
Sosyomat'ı unutmuşum ne zamandır.... Buraya atıp bıraktığım yazılar dönüp bakınca hep iyi bir şey hatırlatıyor bana, kendime getiriyor.... Yataktayım saat 11:14, çıkasım yok.... Kalorifer borularından garip sesler geliyor, eski bina annemle yaşıt harıl harıl sarsılıyor. Kahve içtim sütlü şekersiz, yatakta ve dün akşam yarım bıraktığım Das leben der anderen'i bitirdim. Almanya'yı, Doğu Alman ruhunu, Berlin'i seviyorum. Ama 12 gün gelip kalan gitmek bilmeyen Alman'ı sevemedim. Yine olmadı... Gitti oralarda bir yerde benim için acı çekiyor. Çok komik geliyor bu halleri. Ben de birileri için acı çekip kendimi komik hallere sokmuşumdur şüphesiz. Yine de iğrenmemi engelleyemiyor bu aşık ruh durumu. Reddedilmek ne kadar da güçlü bir afrodizyak.... Çok içinden çıkılmaz ruh halleri bunlar... Ben yalnızlığımı seviyorum, sadece 3-4 yılda bir bunu bana hatırlatacak bir insan evladına ihtiyacım var -not necessarily a man!

*Buna sadece "acuktum" diyebilirim.

ASLINDA ÖNEMLİYMİŞSİN...
Seninle aramızdaki şeyi karşılıklı önemsememek üzerine kurulu ya ilişkimiz... Ben bu hafta sonundan sonra önemsedim seni... şimdi nolucak ?

*Arada ben de gerizekalı olabiliyorum! Saçmalama allahaşkına hiç te önemli değildi, hala da değil hahahaha... Of bir de kimi düşünerek yazdığım aklıma geliyorda... Bullshit afedersin!

DECADENT
Bazen aradığını ve bulduğunda çok sevineceğini sandığın şey senin içini boşaltıyor.

*Hayatımda güzel bir kesitti, kendim hakkında çok şeyi keşfettiğim. Keşke yaşarken bu kadar hayıflanmasaymışım.

THİS MESS WE'RE İN!
Yıllar sonra bu şarkı gelip bir lanet gibi buldu beni yine... "Duygusuz eğlenceli şeyler", entrikalar, oyunlar derken PJ ile Thom bana uyarı yolladı... This is not You!

*Ehh apparently!

İZMİR'E YOLLANIYORUM.
Periyodik anne ziyaretlerinden biri daha... Hem gidesim hem kalasım var... Yakında hayatımda olacak büyük değişikliğin provası gibi... It reminds so much pain... Sıkıntılıyım... Aksi gibi kimse telefonlarımı açıp ta benimle yoldan önce bir yemek yemedi... aç çıkıcam yola... bir paket sigara bitirip... fuck fuck fuck...

*Tuhaftır etrafımda çabuk arkadaş edinen ve herzaman gereğinden fazla ahpabı olan biri olarak tanınmama rağmen gerçekten ihtiyacım olduğu anlarda -ki bunlar senede bir kaç kez çok şiddetli anlardır- kimseyi bulamam. Bu da öyle bir anmış. O anın hatırasına "fuck you all!"...

SIKICI YAZ GİBİ GİBİ AKŞAMÜSTÜ
Ankara, Haziran, soğuk... Seviyorum seni Ankara, bana getirdiğin herşeyle... Seni terkedesim yok! Fon şarkısı Pulp-Disco 2000...

*Sanırım bir daha hayatımda hiç bir yeri Ankara'yı sevdiğim gibi sevmeyeceğim. 30-40 arası hayatımın en özel ve en güzel zamanlarının mekanı olarak kalacak. Daha iyisinin olacağını sanmıyorum. Orada tanıdıklarım hep gerçek dostlarım olacak. Bunu biliyorum. Ve inan bunu son derece mantıklı bir halde yazıyorum, gözlerim falan dolmuyor. Böyle bir günde Tunalı'da bir bira herşeye değerdi :)


1 yorum:

fermina daza dedi ki...

çok büyük ihtimalle o kahve sürahisinin gidişi bende travma yarattı, haklısın.
pirzola yemedim hala, sucuğu da bırakacağım göreceksin ahahahah:)
ayrıca buraya yazmaya başlamana da çok sevindim.